13 Aralık 2011 Salı

Arabın Eski Geleneklerinden Bazılarını Kendi Yaşam Gereksinimlerine Uydurmak Üzere Kur'an'a Ayetler Koyar


Muhammed'in "Cahiliye" diye adlandırıp kötü göstermeye ça­lıştığı İslam öncesi dönemde Arapların olumlu ve ahlaki nitelikte pek çok gelenekleri vardı. Muhammed bunları Tanrı'dan vahiy indi diyerek kendi özel çıkarları doğrultusunda değiştirmekten geri kal­mamıştır. Sadece bir iki örnekle yetinelim. "Cahiliyye" döneminde Araplar oğulluklarının eşleriyle evlenemezlerdi, çünkü bu haram sayılırdı. Muhammed bu güzel ve ahlakiliğe pek yatkın geleneği, kendi oğulluğu Zeyd'in eşi güzel Zeyneb ile evlenebilmek için or­tadan kaldırmıştır. Yine bunun gibi eskiden süt akrabalık tesisi, em­zik çağındaki çocuklar hakkında geçerli sayılırdı; Muhammed bu­nu da kendi kişisel gereksinimleri adına değiştirmiştir.
A) Eski Arap Geleneğinde Hiç Kimse, Oğulluğunun Eşiyle Evlenemezdi; Çünkü Oğulluğunun Eşi Ona Haram Sayılırdı. Böyle Olduğu Halde Muhammed, Kendi Oğulluğunun Eşi Zeyneb'le Evlenebilmek İçin Kur'an'a Ayetler Koyarak Bu Geleneği Değiştirir (K. 33, Ahzab Suresi, Ayet 3653)
İslam öncesi Arap geleneklerine göre "oğulluk", oğul edinen ki­şinin "öz oğlu" sayılır, onun adını taşır, hukuken ona mirasçı olur­du. Bu nedenle oğul edinen kişi için oğulluğun eşiyle evlenmek ha
ramdı. Ne var ki, Muhammed bu yasaya rağmen kendi oğulluğu Zeyd'in karısı Zeyneb'le evlenmiş ve bu evliliği Tanrı'dan geldiğini söylediği ayetlerle meşru kılmıştır. Konuyu daha önce birçok vesi­leyle ele almış olmakla beraber, burada, başka açıdan tekrar incele­memiz gerekiyor. Şöyleki:
Zeyd bin Harise, İslam öncesi dönemde köle olarak satılığa çı­karılan ve 400 dirhem karşılığında Hatice tarafından satın alınan bir kimsedir. Hatice, bu kölesini Muhammed'e hibe eder. Söylendiğine göre Zeyd, Müslümanlığı ilk kabul edenlerden olduğu için, Mu­hammed onu azatlayarak kendisine oğul edinir ve halkın önünde:
"(Ey ahali!) Şahid olun, Zeyd benim oğlumdur; bana varis olacak ben de ona varis olacağım"
şeklinde konuşur ve ona kendi adını verir. Böylece Zeyd, o zamana ka­dar kendi öz babasına izafeten Zeyd bin Harise (Harise'nin oğlu Zeyd) diye çağrılırken bu kez Zeyd İbni Muhammed (Muhammed'in oğlu Zeyd) adıyla çağrılır. Muhammed onu, azatlı cariyelerinden Ümmi Eymenle ve daha sonra da halasının kızı olan Zeyneb b. Cahş ile evlen­dirir. Hatice'nin ölümünden ve Medine'ye hicretten bir hayli sonrasına gelinceye kadar (ki hicretin 5. yılına rastlar) Zeyd, hep Zeyd İbni Mu­hammed (yani "Muhammed'in oğlu") adını taşıyarak ve Zeyneb'in ko­cası olarak yaşayıp gider. Fakat günlerden bir gün, Muhammed, görüş­mek maksadıyla Zeyd'in evine gittiğinde kapıyı Zeyneb açar; aceleye geldiği için üstüne pek bir şey örtemediğinden yarı çıplak vaziyettedir. Onu bu şekilde görmek Muhammed'in pek hoşuna gider.1 Kapıdan ay
1 Kimi yorumculara göre Muhammed, eskiden beri, daha doğrusu Zeyneb'i çocuk­luğundan beri bilir olduğu için ona bu .şekilde aşık düşmemiştir, bkz. Elmalılı, age, c.V, s.3901. Bu tür iddiaların geçerli bir yönü yoktur, çünkü bir kere Mu­hammed, daha henüz Mekke'de bulunduğu dönemde halasının kızı olan Zey­neb'le evlenmek istemiş ve fakat isteği hoş karşılanmamıştı. Daha sonra Hatice ile evlenince muhtemelen Zeyneb'in çevresinde bulunmak düşüncesiyle onu Zeyd ile evlendirmişim Medine'ye hicretten sonra sık sık Zeyd'i ziyaret için evi­ne giderdi. Ve işte bu gidişlerinden birinde yukarıda belirttiğimiz gibi Zeyneb'i yarı çıplak vaziyette görmekle gönlünde birtakım duygular uyanmış ve bu duy­gularını Zeyneb'in işiteceği bir şekilde dile getirmiştir. Nitekim İsn İshak, Tabe­ri, Vakidi, vs. gibi kaynakalardan bunun böyle olduğunu anlamaktayız.
rılırken "Kalbleri değiştiren Tanrı kutludur" şeklinde bir şeyler mırıl­danır.2 Söylediklerini Zeyneb duymuştur; duyduklarını o akşam koca­sı Zeyd'e anlatır. Bunun üzerine Zeyd derhal Muhammed'in yanına gi­derek Zeyneb'i boşayacağını söyler; Muhammed kendisine neden do­layı Zeyneb'i boşamak istediğini, ondan şüpheye düşüp düşmediğini sorar ve "eşini boşama" der. Derken de bilir ki, Zeyd artık Zeyneb ile bir arada yaşamak istemeyecektir. Nitekim öyle olur ve Zeyd karısını boşar. Böylece Muhammed için Zeyneb'le evlenme fırsatı doğmuş olur. Ne var ki, bunu yapabilmek için birtakım engelleri ortadan kal­dırmak gerekmektedir. Bu engellerin başında, oğullukların eşleriyle evlenmeyi haram kılan Arap geleneği vardır. Bu geleneği değiştirme­dikçe Zeyneb'i haremine katması mümkün değildir. Diğer bir engel de halkın böyle bir olay nedeniyle kendisi hakkında kötü şeyler düşünme­si ve söylemesidir. Nitekim durumun anlaşılması üzerine etrafta: "Mu­hammed bir peygamber gibi hareket etmedi, şehvetinin itişine yenildi" şeklinde konuşmalar başlamıştır. Kuşkusuz ki, bütün bu engelleri gi­dermenin Muhammed için kolay bir yolu vardı ki, o da her şeyin Tan­rı tarafından düzenlendiğini ve Tanrı'nın iradesi gereğince oluştuğunu söylemek ve bu doğrultuda Tanrı'dan vahiy indiğini bildirmekti. Her şeyden önce Zeyd'in yuvasını yıkanın kendisi olmadığı kanısını yarat­mak ister. Bu maksatla Kur'an'a şu ayetleri koyar:
"Ey Muhammed! Allah'ın nimet verdiği senin de nimetlendirdiğin kimseye (Zeyd'e) 'Eşini bırakma, Allah'tan sakın' diyor, Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordun. İnsanlardan çekmiyordun. Oysa Allah'tan çekinmen daha uygundu. Sonun­da Zeyd eşiyle ilgisini kestiğinde onu seninle evlendirdik..." (K. 33, Ahzab Suresi, ayet 37.)
Görülüyor ki, Zeyd gelip Muhammed'e: "(Ey Muhammed) eşimi boşamak istiyorum" diyor. Bunun üzerine Muhammed ona: "(Zey­neb) hakkında bir şüpheye mi düştün?" diye soruyor ve buna karşı
2 Vakidi'ye ulaşan senede dayalı rivayet için bkz. Taberi, age, 1966, c.II, $.4612; aynca bkz. İlhan Arsel, Şeriat ve Kadın.
lık Zeyd: "Hiç bir hususta ondan şüphelenmedim, ondan hayırdan başka bir şey görmedim" diye yanıt veriyor. Bu yanıta karşılık olarak da Muhammed Zeyd'e "Eşini hoş tut" tavsiyesinde bulunuyor.3 Buna rağmen Zeyd Zeyneb'i boşuyor ve Muhammed Zeyneb'le evleniyor. Başka bir deyimle bütün bunlar Tanrı'nın kurduğu plan gereğince oluşmuş oluyor. Böyle olunca da ortada Muhammed'e yüklenebilecek bir suç kalmıyor! Öte yandan yukarıdaki ayetle, bir de Tanrı'nın:
"Ey Muhammed! Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyor­dun, insanlardan çekiniyordun. Oysa Allah'tan çekinmen da­ha uygundu..."
diye konuştuğu yazılı. Yani güya Tanrı, Muhammed'in Zeyneb'le evlenmesine önceden karar vermiş ve Muhammed'i bundan haber­dar etmiştir. Fakat Muhammed insanlardan çekindiği için, bu habe­ri kendi içinde saklamıştır!4
Ve işte Kur'an'a yukarıdaki ayetleri koymak suretiyle Muham­med, Zeyd'in Zeyneb'le olan evliliğinin sona ermesinde kendisinin herhangi bir sorumluluğu olmadığı kanısını yaratmış olmaktaydı. Zeyneb'le evliliğinin Tann tarafından "helal" kılındığını, yani Zey­neb'i nikahına almakla hiçbir günah işlemediğini anlatmak üzere Kur'an'a ayrıca şunu ekler:
"Allah'ın, kendisine helal kıldığı şeyde Peygamber'e herhangi bir vebal yoktur. Önce gelip geçenler arasında Allah'ın adeti böyle idi. Allah'ın emri mutlaka yerine gelecek, yazılmış bir kaderdir" (K. 33, Ahzab Suresi, ayet 38).
Fakat bir de bu olay dolayısıyla halk arasında dolaşan sözleri, ör­neğin: "Hiç oğulluğun karısı ile evlenilir mi?" şeklindeki söylentileri etkisiz kılmak gerekirdi. Bunu sağlamak maksadıyla kendisinin sade
3 Bu konuda bkz. Taberi, age, 1966, c.II, s.463 vd.
4 Nitekim Taberi'nin Aliyy İbni Huseyn'den rivayetine göre Muhammed, Tanrı'nın kendisine Zeyneb'le evleneceği haberini verdiğini söylemiştir. Bkz. Elmalılı H. Yazır, age, c.V, s.3902.
ce Tanrı emrine uymuş olduğunu ve Tanrı'dan başkasından korkmadı­ğını ve Tanrı'dan gayrı hiç kimseye hesap vermekle sorumlu bulunma­dığını, yine Tanrı'dan geldiğini söylediği şu ayetle bildirir:
"O Peygamberler ki, Allah'ın gönderdiği emirleri duyururlar, Allah'tan korkarlar ve O'ndan başka kimseden korkmazlar. Hesap görücü olarak Allah (herkese) yeter" (K. 33, Ahzab Su­resi, ayet 39).
Görülüyor ki, Muhammed bu ayetleri koymak suretiyle kendisi­ni bu olayda temize çıkarmak, günahsızınış gibi tanıtmak istemiştir. Zira Kur'an'a koyduğu ayetlerden anlaşılacağı gibi, Zeyneb'e aşık düşmesine sebep olan güya Tanrı'dır. Öte yandan Zeyd'in yuvasını yıkmamak için ona "Eşini boşama, hoş tut" dediği halde, Tanrı işe karışmış ve Zeyd'in Zeyneb'i boşamasını ve Zeyneb'in Muham­med'le evlenmesini sağlamıştır. Halktan kişilerin: "Neden dolayı Tann böyle yapmıştır?" şeklindeki konuşmalarını karşılamak için Kur'an'a bir de şunu eklemiştir:
"...Sonunda Zeyd eşiyle ilgisini kestiğinde (Zeyneb'i) seninle evlendirdik ki, evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde on­larla evlenmek konusunda müminlere bir sorumluluk olmadı­ğı bilinsin. Allah buyruğu yerine gelecektir..." (K. 33, Ahzab Suresi, ayet 37.)
Yani Muhammed'in söylemesine göre Tanrı, oğullukların eşle­riyle evlenmelerini haram sayan Arap geleneğinin kötü bir şey ol­duğunu düşünmüş ve bu geleneği ortadan kaldırmak istemiştir. Kal­dırdığım belli etmek için Muhammed'i, kendi oğulluğu Zeyd'in eşiyle evlendirmiş, böylece bütün Müslümanlara bu şekilde davran­manın "helal" olduğunu bildirmiştir.
Fakat Muhammed bununla da yetinmez; bir de ister ki, Tanrı bu eski Arap geleneğinin kötü bir şey olduğunu ortaya vursun. Bu maksatla şu ayeti koyar:
"Allah... evladlıklarmızı... oğullarınız gibi tutmanızı meşru kılmamıştır. Bunlar^izin dillerinize doladığınız boş sözlerdir. Allah gerçeği söylemektedir; doğru yola O eriştirir. Evladlıkları babalarına nispet edin, bu Allah katında en doğru olan­dır. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdir­de onları din kardeşi ve dostlarınız olarak kabul edin..." (K. 33, Ahzab Suresi, ayet 4.)
Böylece artık .oğulluklar "gerçek oğul" durumunda tutulmaya­caklar, örneğin kendilerini oğul edinenlerin adını taşıyamayacaklar­dır. Böyle olunca da hiç kimse: "Muhammed oğlunun karısı ile ev­lendi" diye ileri geri konuşamayacaktır.
Bütün bu hususları açıklığa kavuşturmak "maksadıyla Muham­med, her ne kadar yıllar önce: "(Ey ahali!) Şahid olun, Zeyd benim oğlumdur, bana varis olacak ben de ona varis olacağım" demiş ol­makla beraber, şimdi Zeyneb'le evlendikten sonra fikir değişirir ve Zeyd'in babası olmadığım belirtmek üzere Kur'an'a şu ayeti koyar:
"Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değil(dir). Fakat o, Allah'ın Resul'ü ve Peygamberlerin sonuncusudur. Al­lah her şeyi hakkıyla bilendir" (Ahzab Suresi, ayet 40).
Bu hususu biraz daha açıklığa kavuşturmak için oğullukların kendi babalarına göre çağrılmaları gerektiğine dair ayrıca şu ayeti koyar:
"Onları (evlat edindiklerinizi) babalarına nispet ederek çağı­rın. Allah yanında en doğrusu budur. Eğer babalarının kim ol­duğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşleriniz ve görüp gözettiğiniz kimseler olarak kabul edin..." (K. 33, Ah­zab Suresi, ayet 5.)
Görülüyor ki, Muhammed'in söylemesine göre Tanrı, oğullukla­rın, kendi öz babalarına nispetle çağrılmalarım emretmektedir. Pek güzel ama bunu yapmak için neden Tanrı on beş yıl beklesin ve il
le de Muhammed'in Zeyneb'i yarı çıplak vaziyette görüp aşık olması­nı istesin? Neden dolayı bu işi daha önce yapmasın? Başka bir deyim­le neden Zeyd'in on beş yıla yakın bir süre boyunca kendi öz babası­na nispetle değil de Muhammed'e nispetle (yani "Zeyd İbni Muham­med" olarak) çağrılmasına gerek görsün? Söylemeye gerek yoktur ki, bunları gerekli gören Tanrı değil fakat Muhammed'in kendisidir.
Fakat her ne olursa olsun Muhammed, yukarıdaki ayetleri koy­duktan sonra Zeyd'in adını değiştirir: Yıllar boyu Zeyd'i "Zeyd İbni Muhammed" (yani "Muhammed'in oğlu Zeyd") şeklinde çağırtır­ken, o andan itibaren "Zeyd İbni Harise" diye çağırtır, çünkü yuka­rıda dediğimiz gibi, Zeyd'in öz babası Harise adında biridir.
***
Görüldüğü gibi Muhammed, Zeyd'in karısı Zeyneb'le evlene­bilmek için, oğullukların eşleriyle evlenme yasağını içeren eski Arap geleneğini kökünden geçersiz kılmıştır. Oysa bu eski Arap geleneği "kötü" bir gelenek değil, aksine çok ahlaki nitelikte bir gelenekti. Bir insanın, kendisine "evlad" (oğul) edindiği ve adını verdiği bir kimsenin karısına aşık olmasının ve yuvasını yıkıp onun boşadığı kadınla evlenmesinin "uygun" bir davranış olacağı­nı savunmak, kuşkusuz ki güçtür. Şu hale göre Tanrı'nın, akılcı ah­lak anlayışına yatkın bir geleneği kaldırıp, buna ters düşen bir baş­ka geleneği koymak isteyebileceğini düşünmek de güçtür. Pek do­ğaldır ki, akılcı düşünce insanları böyle bir güçlük karşısında ken­dilerini: "Bütün bu yukarıdaki ayetleri Muhammed, sırf kendi çı­karları uğruna Kur'an'a koymuş değil midir?" şeklindeki bir soru ile karşı karşıya bulacaklardır!
***
Şimdi tekrar, biraz önce sormuş olduğumuz bir soruya dönelim: "Eğer oğullukların kanlarıyla evlenmek kötü bir şeyse, neden aca­ba Tanrı, kötü olduğunu bildiği bir geleneği kaldırmak için 15 yıl
beklesin?" Gerçekten de Muhammed'in Zeyneb'le evlenmesi olayı hicretin 5. yılına rastlar. Şu durumda Tanrı, Araplara "peygamber" gönderdiği tarihten on beş yıl sonrasına gelinceye kadar, oğul edi­nenlerin kendi oğulluklarının eşleriyle evlenmelerini haram sayan Arap geleneğini değiştirmeyi düşünmemiş olmaktadır. On beş yıl bo­yunca "oğul edinen" ile "oğul edinilen" arasında "babaoğul" ilişki­sinin sürmesini uygun bulmuşken, Muhammed'in Zeyneb'e aşık ol­duğunu gördüğü zaman mı bu ilişkileri değiştirmeyi düşünmüştür? Hiç "Yüce" olduğu kabul edilen bir Tanrı böyle bir şey yapar mı?
Görülüyor ki, olaya hangi açıdan bakarsak bakalım varacağımız sonuç şudur ki, yukarıda söz konusu olan ayetler, sırf Muham­med'in günlük yaşamının gereksinimleri ve onun kendi sözleri ola­rak Kur'an'a alınmıştır.
B) "Süt" Akrabalığı İlişkileri Konusundaki Eski Arap Gelenekleri, "Takiyye" Yoluyla Muhammed'in Yaşam Gereksinimleri Doğrultusunda Ayarlanıyor (K. 4, Nisa Suresi, Ayet 23)
İslam öncesi Arap gelenekleri arasında süt akrabalarıyla ilgili olanları vardı ki, "sebep cihetiyle nikahı haram" sayılırlardı. Bun­lardan bazılarını Muhammed, İslamı kural şekline sokup sürdür­müş, bazılarını da "takiye yolu" ile değişik bir uygulamaya dönüş­türmüştür. Çünkü böyle yapmayı kişisel çıkarları bakımından yarar­lı görmüştür. Örneğin İslam öncesi dönemlerde Araplar sütanaları'm, sütnineleri'ni (ki süt emziren kadınların yukarı doğru yükse­len analarıdır) ve süthemşireleri'ni (ki süt ananın emzirdiği kız kar­deşlerdir) "sebep cihe tiyle nikahı haram olanlar" sınıfından sayar­lardı.5 Ve işte Muhammed, bu gelenek doğrultusuda olmak üzere Kur'an'a (Nisa Suresi'ne) şu ayeti koymuştur:
5 "Süt analar: Esnayı radada süt emziren kadınlar ve hu süt anaların yukarı doğru yükselen analarıdır ki, hil'umum süt ninelerdir...", bkz. Sahihi..., c.XI, s.275277.
"... Sizi emziren analarınız, sütbacılannız... size haram kılın­dı..." (K. 4, Nisa Suresi, ayet 23.)
Yine bunun gibi, aralarında "süt ilişkisi" bulunan kişileri, İslami kural olarak yerleştirmiş bulunduğu yasaklar ve haramlar sistemine bağlamıştır. Örneğin kadınları, yabancı erkeklerle bir arada bulun­maktan yasaklarken, "süt akraba" sayılan erkekleri bu yasak dışın­da tutmuştur. Örneğin bir gün Ayşe'nin odasına geldiğinde orada bir erkeğin oturmakta olduğunu görür; hoşlanmadığını açığa vuracak şekilde davranınca Ayşe kendisine: "Bu benim sütkardeşimdir" der.  Buna karşı Muhammed:
"Sütkardeşinizin kim olduğuna iyi dikkat ediniz, rada'a ancak mecaadandır"
diye yanıt verir. Arapçada "rada" (ya da "reda") sözcüğü "süt emme" ve "mecaa" sözcüğü "açlık" anlamına geldiği için yukarıdaki sözleriyle anlatmak istediği şey şudur:
"Kendisiyle hürmet sabit olan rada, yalnız açlığını sütle tela­fi edebilen emzik çağındaki nevzad (çocuk) hakkında mute­berdir. "6
Diğer bir deyimle "neşv'ü nemasını" ve "bedeni teşekkülünü" (ya­ni "fiziki gelişmesini, büyümesini") sütle temin eden çocuk ile "süt veren kadın" arasında "sütanalık" ve "sütevlatlık" ilişkisi kurulmuş olur. Yani "rada" (yani "süt emme") müddeti içinde bulunan bir ka­dının sütünü emen ve böylece açlığını gideren çocuk "süt çocuğu" durumundadır velev ki, bir kere emmek söz konusu olmuş olsun.
Yine aynı şekilde "süt emme" süresi içinde bulunan bir kadın­dan çocuk olarak süt emmiş olanlar arasında sütkardeşliği teessüs etmiş olur ve dolayısıyla bu gibi kişiler arasında nikah haram sayı­lır. Muhammed'in getirdiği hükmü tekrar okuyalım:
6 Ayşe'nin rivayet ettiği bu hadis için bkz. Sahihi..., c.XI, s.273, Hadis No: 1799.
"Vaktiyle sizi emzirmis olan sütanalarınız (in nikahı) da (ken­di analarınız gibi) haram kılınmıştır. "7
Ne var ki, Muhammed "süt akrabalığı" konusunda koyduğu bu kuralları da, Zeyneb'le evlenmesinden sonra, yiıie kendi günlük çı­karlarına uydurmaktan geri kalmamıştır. Ebu Huzeyfe'nin oğulluğu olan Salim'le ilgili bir olay bunu kanıtlayan örneklerden biridir ve şöyledir:
Ashab'dan Ebu Huzeyfe'nin Sübeyte ve Sehle adında iki karısı vardır. Bu karılarından Sübeyte, bir gün Salim (İbni Ma'kıl) adında Fars'tan gelme birini köle edinir ve az sonra bunu kocasına hediye eder. Ebu Huzeyfe de, köle olarak kendisine hediye edilen Salim'i azat edip "oğul" edinir ve kendi adına nispetle onu Salim İbni Hu­zeyfe (Huzeyfe'nin oğlu Salim) diye çağırır. Böylece Salim, aynı za­manda Huzeyfe'nin karılarının "oğulluğu" durumuna girmiş olur. Bu nedenle, birtakım medeni ve sosyal haklara sahip sayılır; örne­ğin Huzeyfe'nin mirasçısı durumuna girer. Aynı zamanda evin öz oğlu sayıldığı için Huzeyfe'nin evine ve kadınlarının yanına ser­bestçe girip çıkmaya başlar. Huzeyfe, kendisine oğulluk edindiği Salim'i o derece sever ki, daha sonra onu Velid İbni Utbe İbni Rabia adındaki kendi kardeşinin kızı Hind'i ile evlendirir.8
Fakat ne var ki, günün birinde Muhammed biraz yukarıda belirt­tiğimiz gibi, Zeyneb olayı vesilesiyle oğullukların gerçek anlamda "oğul" sayılmayacaklarına dair Kur'an'a ayet (Ahzab Suresi, ayet 4 ) koyunca iş değişir; şu bakımdan ki, "oğul" edinmiş olanlar, oğul­luklarını "öz oğul" olarak kabul etmeme durumunda kalırlar. Başka bir deyimle Salim üzerinde ne Ebu Huzeyfe'nin babalığı ve ne de Sübeyte ile Sehle'nin "analığı" kalır. Bu nedenle Huzeyfe ve karıla­rı ile Salim arasındaki ilişkiler çıkmaza girer. Çünkü bir kere Hu­zeyfe ve iki karısı uzun yıllar boyunca öz evlat gibi kabul ettikleri ve sevdikleri Salim'e son derece düşkün ve bağlıdırlar. Onu kendi
7Sahihi..., c.XI. s.273; ayrıca bkz. Elmalılı H. Yazır, açe, c.ü. s. 1323.
8 Sahihi..., c.Xl, s.259.
öz evlatları olarak görmek ve hukuki ve sosyal haklardan yararlan­dırmak (örneğin mirasçı kılmak) arzusundadırlar. Öte yandan Sa­lim, evin çocuğu gibidir ve Ebu Huzeyfe'nin kadınlarının yanına serbestçe girip çıkmaktadır. Oysa ki, "evladlık" (oğulluk) sıfatını yitirince bütün bu haklardan yoksun kalacaktır. Ne mirasçı olabile­cektir, ne Ebu Huzeyfe'nin evine adımını atabilecektir ve ne de Şu­beyle ile Sehle'nin yanlarına girip çıkabilecektir. Bu nedenle Ebu Huzeyfe ve kanlan son derece üzgündürler. Buna bir çözüm bul­mak umudu ile Sehle, bir gün Muhammed'in yanına çıkar ve üzün­tüsünü belirtir; şöyle der:
"(Bu koyduğun ayetle) Salim evladlıktan çıkıyor. Halbuki o, er­lik çağında olduğu halde biz kadınların yanma girip çıkıyor(du). Öyle sanıyorum ki, Ebu Huzeyfe de bundan müteessirdir. "9
Bunu söyledikten sonra şunu ekler ki, kocası Huzeyfe de du­rumdan şikayetçi ve üzüntü içerisindedir. Muhammed Sehle'nin sözlerini dinlerken, Huzeyfe'yi bu yüzden huzursuz kıldığı için te­laşlanır. Çünkü Huzeyfe kendisine çok yararlı bir kimsedir. Onu hoşnut kılıcı bir çözüm bulmakta yarar olacağını hesaplar ve Sehle'ye, şu yanıtı verir:
"Salim'i emzir, sen de ona sütana olup haram olursun; zevcin Ebu Huzeyfe'de de bir endişe kalmaz."10
Ne var ki, Salim yıllarca önce emzik çağından çıkmış, yaşını ba­şını almış bir kimsedir; öyle emzirilecek gibi değildir. Bu nedenle Sehle sorar:
"Ya Resulallah, koca adamı ben nasıl emziririm?"
Bu soruya Muhammed şu yanıtı yapıştırır:
"Salimin koca bir adam olduğunu ben de biliyorum."
9 Sahihi..., c.Xl, s.258261, Hadis No: 1791.
10 Sahihi..., c.XI, s.2612.
Anlatmak istediği şey "Ne yaparsan yap, onu emzirmiş gibi gö­rün" gibi bir yoldur. Oysa daha önce koymuş olduğu hükme göre, ancak "süt emme" (rada) müddeti içinde bulunan bir kadının sütü­nü emen ve böylece açlığını gideren çocuklar "süt çocuğu" duru­mundadırlar velev ki, bir kere süt emmiş olsunlar. Oysa Salim'in "süt emme" zamanı çoktan geçmiştir. Başka bir deyimle Muham­med, çözüm yolu olarak "takiyye"yi seçmiş ve Sehle'yi bu yoldan iş görmeye sürüklemiştir.'' Ve işte Muhammed'in tavsiyesine uyula­rak Sehle'nin sütü bir çanağa sağılır, sonra Salim bu sütü içer. Böy­lece sütü emerken Sehle ile temas etmemiş olur.12 Sehle'nin sütünü emmekle "sütakraba" durumuna girmiş olur.
Görülüyor ki, Muhammed sırf Ebu Huzeyfe'yi darıltmamak, yani kendi kişisel çıkarlarını tehlikeye sokmamak için sütanalık konusunda koyduğu kuralı "takiyye" usulleriyle esnekleştirmiştir. Zira, biraz yukarıda işaret ettiğimiz gibi sütanalığının koşullarını belirtirken ancak emzik çağındaki çocuğun emzirilmesi koşulunu öngördüğü halde, Salim olayında, yaşını başını almış bir adamın çanak içine sağılan sütü içmesini, "oğulluk" durumunun devamı için yeterli saymıştır.
11 "Takıye" uygulmasmı sağlamak maksadıyla Muhammed'in Kur'an'a, koyduğu ayetler konusunda bkz. Kur'an'ın Eleştirisi l, s. 195 vd.
12 Sahihi..., c.XI, s.262.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder